Sevgili Peygamberimiz (a.s.v.) ve kulluğumuz
Salik, Allah'ın kâinatı; "Peygamber (a.s.v.) efendimiz için" ve "kendine ibadet için" yarattığını bilmelidir.
"Levlâke levlâke mâ halaktü'l cinne ve'l inse - Sen olmasaydın, Sen olmasaydın (Ya Muhammed!), cinleri ve insanları yaratmazdım!..'' (191)
"Küntü kenzen mahfiyyen...- Gizli bir hazine idim…" {192)
Kendinden başka hiçbir kimse, hiçbirşey olmayan, yalnızca sonsuz ve muazzam Nur (aydınlık) olan Allah'ın; "kesret-çokluk"' âlemini (nesnel âlemi) yaratmayı dilemesi,"kendinin bilinmesi"ve "Ruhun, yani Muhammed (a.s.v,)'in Tanrı tarafından övülen Ruhunun bilinmesi" içindir. Tanrı bir kabze (avuç) Nurundan Ruhu; ve O Kutsal Ruhtan da diğer nesneleri yaratmıştır. Yani yapmıştır.
Gerçek varlık Allah'u Taala, "çokluk (nesnel)" ve "teklik (Lâhut)" âleminin, yani "varlıkların özü"dür. Allah'u Taala bizden "tazim, itaat ve ibadet" istemektedir. Yani Onu"büyüklememimizi", Ona. "uymamızı" ve Onu "mâbud" edinmemizi istemiştir.
Daha açık söylemek gerekirse, "çokluğun tekliğe","dışın içe" secde etmesini dilemiştir.
Zaten öyle olmaktadır: Gezegenler Güneşin, elektronlar protonun etrafında dönmekte, onları tanımakta ve büyükle-inektedirler. Her nesne kendi özünün etrafında dönmekte ve ona tâbi (uyma) bulunmaktadır. (193) Doğal olanda budur. Güneş olmadığında bu kâinatın yani nesnel âlemin bir anlamı olmayacağına, hakikat (gerçek), Tanrı bilinemeyeceğine göre; Tanrı düşün ve bilgisi taşıyan, bir adı da "Akl-ı Kül' olan Ruh Güneşi de olmazsa insanlık âleminin anlamı olmaz
İşte Yüce Allah, "Maneviyat Güneşi, Ruh-u âzam" olan Hz. Muhammed (a.s.v.) için... Ona olan "sevgisinden"... Kendisinin ve Onun "bilinmesi"... Tanrı'nın "ilk ve bütün Ruhların kaynağı" olan Muhammed (a.s.v.) yani Tanrı tarafından "övülmüş gerçek İnsan'ın hatırı" için bu âlemi ve âlemleri peyda etmiştir.
Allah'ın "emir" Sıfatı (niceliği) olan Ruh, yeni "Külli Ruh"un adı: Muhammed (Tanrı tarafından medhedilen, övülen)’dir. Ona sonsuz sedat ve selam olsun...
Onun bir adı da "İnsan"dır: "Yâ sin-Ey insan!..."(194)
O, "Mustafa”dır. Yani "Tanrı tarafından seçilen"dir. (195)
O, hepimizin içindedir. Hepimizdeki Ruh, O ilk büyük Muhammedi Ruhun kıvılcımlarıdır. Tıpkı güneş ve onun kıvılcımları olan yıldızlar gibidir. Yıldızların yurdunun güneşolduğu gibi, Ruhların yurdu da "ilk büyük Külli ve Kudsi Ruh" Hz. Muhammed (a.s.v.)'dir. (196) Muhammed (a.s.v.), Tanrı tarafından övülen "Ruh-Nur", gerçek insan... İnsanların vatanı, Ruhların babasıdır: Ebi mukaddes (Kutsal baba) (197) Ve O Kutsal Maneviyat Güneşi, Tanrı'nın "ezeli" ve "ebedi" emir sıfatı. "Ruh -Muhammed-Övülmüş", tüm âlemlere rahmettir.
-"Vema ersenelnâke illa rahmete'nlil âlemin -Seni âlemlere rahmet olarak gönderdim". (Enbiya-107).
O, Güneş gibidir. Herkese yardım eder. Işıklarını her yana yayar. Onları korur. Onlara acır. Onlan esirger... Ama ışıktan hoşlanmayanlar;-Ona sutlarını döner ya da pencerelerini kalın perdelerle kapatırlarsa güneş ne yapsın?!..
Peygamber (a.s.v.), "Reuf (esirgeyici)" ve "Rahim (acıyıcı) " dır:
-"Laked câeküm Resulün min..... bi'lmü'minine reufu'n rahim - Andolsun, size Öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya düşmeniz Ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü'minleri gerçekten 'esirgeyicidir', 'bağışlayıcıdır' O." (Tevbe-128).
O, güneş gibidir. Kimseyi ayırt etmeden her eve girer. Güneş gibi... Fakat pencerelerini kapatıp, karanlığı "tercih" eden yaratıklar Ondan yararlanmazlar. Bu özellikte olanların mizacı, yapısı bozuktur. "Yapıları", "ışığa" ters düşmektedir. Yarasa gibi... Ya da pislik böceklerinin pislikten zevk alıp pis kokuyu sevip, gülden ve gül kokusundan hoşlanmadıkları gibi... Bu da, "diyalektiğin" gereğidir. Gece olmasa gündüzün, karanlıktan hoşlananlar bulunmasa aydınlığın, gerçeği sevenlerin bilinmeyeceği gibi.
Çünkü Tanrı (Vücut) bir, belirtisi (sıfatı) ikidir: "Celal" ve "Cemal". (198)
İkilik sıfattadır. Zamirde değildir. Tanrı'dan başka zamir yoktur. Zamir (Var olan), O'dur. Diğerleri Onun, "Celâli" ve "Cemali" belirtisinden ibarettir. Diyalektik budur! Buna en büyük bilgin, Tanrı'nın büyük Ruhu Muhammed (a.s.v.), bundan 1400 yıl önce Tanrı'nın izniyle açıklamıştır:
- "İnnehu haleke'zzevceyni'zzekere ve'l ünsa - Muhakkak Tanrı, her şeyin pozitif ve negatifini beraber yaratmıştır". (Necm-45).
Yani negatifsiz bir belirti yoktur. İşte bütün çelişkiler, "İkilikler" ve "zıtlıklar" bu sırdandır. Öyleyse zıtlar, yok olmayacaktır. Doğanın ve yaşamın sürekliliği, zıtların bir aradabulunmasındandır. Birini tamamen yok edersek, bir diğeri de yok olur. Bu durumda ne mutlu gerçeği bilip de iyiden ve güzelden yana olanlara!... Gerçeği, güzeli ve iyiliği; eğriliğe, çirkinliğe ve kötülüğe hâkim kılmaya çalışanlara!..
Biraz öncede değindik: Zıtlardan bir zıt, diğerine üstün olur. Bu suretle nesnel âlem ve sosyal yaşam devam eder. Yoksa "hiçbir zıt, kendi zıddını ve hiç bir sınıfı yok edemez" Yok ettiğinde, kendiside yok olur.
Yok edemez ama üstün olabilir, yada uzlaşırlar. Yani bir zıt, diğer bir zıdda; ya da bir sınıf, diğer bir sınıfa üstün değilse, ya da uzlaşmamışlarsa; o zaman aralarında sürtüşme vardır. Tedirginlik vardır. Fesat-anarşi vardır. (199)
Kur'an-ı Kerim'i, Muhiyyiddin-i Arabi'yi, İslâm felsefe-kelâm ve Tasavvufçularını araştıranlar; bunun böyle olduğunu, gerçeğin bu olduğunu göreceklerdir.
Kur'an ve bilim böyle söylüyor. Şimdi bu konuda biz İslâmın "sosyal ve ekonomik" görüşünü açıklayalım: Kur'an-ı Kerim emekten, çalışandan (işçiden) yanadır. Bu ispatlanır:
-"İnsana, emeğinden başka bir şey yoktur-".(Necm-39). Düşünce ve ifade özgürlüğünden yanadır:
-"Laalleküm tefekkerûn - Gerekir ki düşünesiniz". (Bakara-219, 266).
- "Lâ ikrâhe fi'ddin-Dinde zorlama yok" (Bakara - 256)
-"Leküm diniküm veliyedin - (Hz.Muhammed a.s.v.) buyurdu ya..) Sizin dininiz size, benim dinim bana", (Kâfırûn-6). Yaratıcılıktan yanadır;
~'O, her an bir tecellide, şan'da bir inkılâp (evrim, yenilik, oluşum)tadır. (Rahman-29).
(191)Aclûni, C.2, S.163
(192)Acluni, Keşfül Hafa, C.2, S.132, H.2016
A.Kâri, el Esrar ül Merfua fi'l Ahbar'il Mevdua, H353, S.273
(193)Bkz. Dipnot - 115
(194) Bk. Kur'an-ı Kerim, 36.Sûre.
(195) "Kur'an'da geçen "istıfa" (seçme, ayıklama) olayının evrensel planda en ileri noktasını temsil ettiği için Hz.Muhammed," Mustafa" yani seçilip süzülen kişi diye de adlandırılmıştır. (Yaşar Nuri Öztürk, Kendi Sözleriyle Hz.Muhammed, S.22).
(196) Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: "Allah'ın ilk yarattığı şey benim nurumdur (Ruhumdur). Acluni, 1/265.
(197) Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: "Hz Âdem suyla balçık arasında iken, ben yine Peygamberdim". (Tirmizi, Menakıb-1).
(198)Bk. dipnot 160
(199) Üstün olmak, ya da maslahat icabı uzlaşmak..İslâmda amaç: her zaman "toplumsal barış"ı koruyup, anarşiyi-fesadı, ikiliği, bölücülüğü reddetmektir. Önlemektir.
Doğrusu şu ki; Demokrasilerde olduğu gibi; emeğe, grev-toplu sözleşme, sendikal haklar tanımak yoluyla hukukun üstünlüğünü hakim kılarak, emek-sermaye uzlaşmasını sağlayıp "istikrarı" ve "sosyal barışı" temin etmektir.
Zaten demokrasinin çağdaş tanımı da emek-sermaye uzlaşmasıdır. Mümkün olan da budur, İlkeler, teoriler çok tatlıdır ama, bugünkü dünyada pratiği mümkün olan da 'emek ve sermayenin uzlaştığı çok partili parlamenter sistem olan demokrasi'dir. Bu demokrasi İslâmi değildir. Ama İslâm'a en yakın olanıdır.
İslam'da serbest pazar ekonomisi, 'sosyal pazar ekonomisi'dir. Toplumdan yana olanıdır. Bu durum Devletin ve Belediyelerin sürekli denetim ve kontrolü altında mümkündür. Tüketiciyi, Hükümetler ve Belediyeler korumakla görevlidir.