Yorum, Tefsir Olunca
‘Feiza kara’nahu fettebi’ Kur’anehu sümme inne aleyna beyanehu - Biz Onu sana okuduğumuzda Kur’an’a tâbi ol-izle. Sonra Onun beyanı açıklaması da bize-Allah’a aittir. (Kıyamet:18-19) Peygamberimiz (A.S.V.), yukarıdaki âyete göre Rabbımız Onu kendisine açıkladığı’ halde, Kur’an-ı Kerim’i Elif Lam Mim’den, yani Sure-i Bakara’dan başlayarak en son sure olan Sure-i Nas’a kadar tek tek Kur’an ayetlerini tefsir etmemiştir. Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve Dört Halife, Ashab, Tabiin, hatta Tebe-i Tabün, Oniki lmam’lar, Dört Mezheb Imamları, Kuran’ın tamamının tefsirini..., âyet âyet yapmamış; Hasan el Basri, Cüneyd-i Bağdadi, Maruf-u Kerhi, Sırrii Sakati, Seyyid Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed el Rufai, Seyyid Ahmed el Bedevi, Seyyid Ibrahim el Dusuki, Seyyid Bahaeddin Nakşibendi, Abdülhalık-ı Gücdüvani, Yusuf-u Hemedani, Beyazıd-ı Bestami, Zünnun-u Mısri, Ahmed Yesevi, Ahmet Faruk-u Serhindi, Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş-ı Veli, Muhyiddin-i Arabi (Onlara selam olsun); hasılı hiçbir Tasavvufçu Veli, tetsir işine girişmemişlerdlr. Ki bu zatlar, hem Ledünni, hem de zaliir ilimleri çok iyi bilen büyük alimler ve arif zatlardır. Hatta Hasan el Eş’ari ve Maturidi de Kur’an tefsirine kalkışmarmışlardır. Bu çok büyük, çok âlim ve arif olan aziz zatlar ancak Kuran’ın icabeden ayetlerine açıklık getirmişlerdir. Öyle uzun boylu ve tek tek ayetleri tefsir etmemişlerdir. Hiçbir kimse bu yukarda adı geçen Ehl-i Beyt ve Ashab da dahil büyük arif ve alim zatların ilminin Kur’an’ı tefsir edenlerden eksik ve noksan olduğunu iddiaya kalkışamaz. Onlar, tefsir yapmadıklarına göre demek ki bu tefsirciler hakikatte gafil insanlardır. Öyleyse kimler Kur’an’ın ayet ayet tefsirine kalkışmıştır?.. Görüldüğü kadarıyla tüm tefsirciler zahir alimleridir. Felsefed, Kelam’cı zahır ulemadır. Bu durumda özellikle Hicri 3-5. yüzyılda başlayan tefsir işine girişenler; Sırdan ve Hakikatten haberi olmayan hakikat gafilleridir. Gafiller ise cahillerdir. “Cahiller cesur olur - Eccahilü cesurün”. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) tertemiz gözesinden fışkıran Kur’an-ı Kerim, sonraları kişilerin, geleneklerin, kavimlerin, bölgelerin şahsi çıkar ve saltanatların etkisiyle bambaşka bir biçim aldı. Gerçekten tarafsız ve duru bir niyetle araştıranlar, acaba bu yorumlar, bu ilâhi Kaynak kitapdan mı kaynaklanıyor diye bazan hayretler içinde kalıyor (iyilerini tenzih eder, saygıyla anarız). Örnekleyelim: Mu’tezile tefsirlerinde akıl üstünlüğü hakimdir. Tefsirleri, Onların “aklın güzel gördüğü herşey güzeldir, aklın çirkin gördüğü herşey çirkindir” prensiplerinin damgasını taşır. Onlara göre Hz. Peygamberden nakledilen nas’lartali derecede (edilgen) kalır. Pek nadir olarak hadislerle manaları açıklarlar. Akla dair hadislerin çoğunu onlar uydurmuşlardır. Bu akılcı müfessirlerin (tefsircilerin) en iyisi Carullah Mahmud lbn Ömer az Zamahşeri’dir. Razi tefsirinde kelam ve felsefeye ağırlık verir. Beydâvi, tefsirinde genellikle Mutezile mezhebinin görüşlerini şiddetle reddettiğinden Ehl-i Sünnet’In gözdesi olmuştur. Ebu’s Suud efendi de Ehl-i Sünnet akaidini savunmak için tefsirinde deliller getirir. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, itikat yönünden Ehl-i Sünnet, amel yönünden Hanefi mezhebinin doğrultusunda telsirini yazmıştır. Bu şekilde her tefsird kendi itikadı doğrultusunda Kur’an-ı tefsir ve tevile kalkışıyor. Bir nevi; dini, Kur’an’ı kendi itikadi mezhebine uyduruyor. Dini, Mezhebe uyduruyor. Halbuki Mezhepler, dine uydurulmalıdır. Bu durumda mezheb dinin yerine geçiyor. Çelişki, kavga, ikcilik de buradan kaynaklanıyor. Birlik bozuluyor. Ayrıca zahir alimler arasında şöyle bir iddia vardır. Hadis-i Şerifler, Kur’an-ı Kerim’in tefsiridir. 0 zaman bu Hadis-i Şerifleri toplayan bir kitap olurdu. Böyle bir kitap yoktur. Ayrıca Hadis-i Şerifler içerisinde varsa bunları toplamak da mümkündür. Bu niçin yapılmamaktadır? Demek ki bu iddia ispatlanmamış bir iddiadır. Kavl-i mücerrettir, soyut iddiadır. Ayrıca eğer Hadis-i Şerifler baştan sona Kur’an’ın tefsiri iseler; bu zahir tefsircilerin, Hadis-i Şeriflerin’de tefsirini yapmaları gerekir. Yani tefsirin tefsirini yapmaları gerekir. Bir de Kur’an’ın çevirisi ve Meal konusu var: Kur’an-ı Kerim, apaçık Arapçadır. Arap gramerine uygun ve olağanüstü beliğdir. Bu durumda Kuran, başka dile çevrilemez diye kesin bir yargıya varılamaz. 0 zaman Kur’an, sadece Araplara ve Arapça bilenlere mahsus olur. Halbuki Peygamberimiz için, “Vema erseInâke illa kâffeten linnasi - Seni, insanların hepsine gönderdim”. (Sebe: 28) Âyetine göre tüm insanlara gönderilmiştir. Ve alemlere Rahmettir. Ayrıca bir dilin, bir başka dile yüzde yüz çevrilmesi mümkün değildir. Yani hiçbir dil, bir başka dile yüzde yüz çevrilemez. Ama yüzde doksan beşe kadar çevrilebilir. Tamamen çevirisinde bazı sıkıntılar olur. Bazen o kelimenin tam karşılığı bulunamayabilir. Veya bazen gramer sıkıntıları olur. 0 zaman çevirici o kelimeye en yakın sözcüğü bulmaya çalışır, o kadar.. Çevirici, âyetin mealine kalkışmaz. Çünkü meal de bir çeşit kısa tefsirdir. Mealler, Kur’an’ın, çevirisi değildir. İşte bu nedenle de Kur’an meallerinde, çelişkiler ve yer yer farklılıklar vardır. Bunların yanısıra her mealci ve tefsirti kendi itikadı, inancı, din anlayışı, mezhebi ve meşrebi doğrultusunda meal ve tefsir yapmaktadır. Bu durum ise ihtilaflara, bölünmelere hatta din anlayışında büyük gruplaşmalara sebep olmaktadır. Ve bu durum, İslâmın özüne zarar vermektedir. Bu konudaki görüşümüz kısaca bunlardan ibarettir. Bu bölümü Abdullah İbn Mes’ud’un sözleriyle bitirelim: (İbn Mes’ud dostlarıyla otururken) biri gelip Duhan süresinin onuncu âyetini “zannına göre” anlattığını söyler. Bunun üzerine Peygamber Sahabesi Abdullah lbn Mes’ud kızarak; “ey insanlar, Allah’tan sakının. **Bir kimse birşey biliyorsa o bildiği şeyi söylesin; eğer bilmiyorsa, o zaman Allah en iyi bilendir desin” demişti. (135)
**
134) Maturidi’ye göre ‘Tefsir, kelimenin kesin manasıdır. Allah’ın bu kelimeden şu manayı kasdettiğine tanıklık, demektir. Bu da ancak kesin bir delil ile yapılır. Aksi halde Re’y ile tefsir olur ki buda men edilmiştir. Te’vil ise kesinlik olmaksızın olası anlamlardan birini tercih etmektir”. İtkan, c-2, s-179) 135) Sahih-i Buhari,C-6,s-142; Sahih-ı Müslim,C-4,s-2155-2156