Teklikte Çokluk

Teklikte çokluk da, çoklukta teklik örneğinde verdiğimiz örneklerde açıkça görülür. Deniz tektir. Ancak, deniz üzerinde birçok köpükler vardır. Köpükleri, deniz kendi nefsinden peyda etmiştir. Onlar da yapı itibari ile sudur, asılları denizdir. Nihayet yine onlar da tek olan denizden başka bir şey değildir. Bir de sonradan olma konusu var. Evet, köpükler önce yok idi, önceden var olan denizden oldular ve deniz, köpüksüz de vardır. Ancak, köpükler yoktan var olmadılar, denizden oldular ve denizin bir başka belirtisidirler. Bu sonradan “yoktan var olma” deyimi işte bu mânayadır. Bir var olmasa, diğer varlar nesneler olmazdı. Yoktan varlık olamaz. Köpüklerin varlığı ise denize bağlıdır, denize muhtaçtırlar. Denizin varlığı köpüğe bağlı olmayıp, köpüklere ihtiyacı da yoktur. Deniz, köpüksüz de vardır. Köpük ve dalgalar denizsiz olamazlar. Ayrıca deniz yine hepsinden çok büyük ve hepsini kaplamıştır. Bunun gibi nesneler, tüm âlemler de evet sonradan var olmuştur. Tıpkı köpük ve dalgalar gibi. Kenarı olmayan büyük var ezelidir. Âlemler sonradan ve fakat sonsuz var Tanrı’dan olmuşlardır. Nur denizinin tıpkı o köpükler ve dalgalar gibi çeşitli suret ve şekillerdeki belirti ve görünüşleridir. Zira yok yok ki, yoktan bir şeyler olsun. Sonra o köpük ve dalgalar gibi mutlak varlıkta yok olurlar. O mutlak varlık Tanrı, Baki –daimi- ve ebedidir."Yok olurlar diyoruz", yani köpüğün şeklinin denizde bozulduğu ve fıskiyeden sıçrayan su damlacıklarının tekrar su havuzunda gizlendiği gibi. Yoksa var yok olmaz, yoktan da var olmaz. Bunu daima düşünüp hatırda tutmağa çalışacağız. Var her zaman isbatlı olduğuna göre yok yoktur. Ve varın kenarının olmadığı da isbatlı olduğuna göre var sonsuzdur. Bu ise Tanrı’lıktır.

Tanrı sınır kabul etmez. Kimse, Allah’ın kenarı vardır diyemez. Tanrı’nın kenarı olmadığına göre, öyleyse Onun olmadığı bir mahal düşünülemez. Şu halde nesneler hep Tanrı’nın çeşitli belirtileri, yine kendisidir. Kendisinin bittiği yer olmaz ki yokluktan bir şey yaratsın. Böyle bir şey düşünüp, Tanrı’nın Kâdir ismini müdafaa edelim derken, Tanrı’nın Zâtını sınırlamış oluruz. Bir sıfatını yanlış müdafaa edelim derken, Zâtına hakaret etmiş durumuna düşeriz. "Yoktan yarattı" demek; önce bu âlemler, nesneler yok idi, mutlak varlık olan Tanrı vardı, çokluk âlemi sonradan denizin üstündeki köpükler gibi zuhur etti demektir. Sonradan ve fakat sonsuz Nur denizi Tanrı’dan…

“Ela innehu bi külli şey’in muhit - Ayık olun, O Tanrı her şeyi kapladı." (Fussilet, 54)

Bu durumda, her nesne Tanrı’nın içindedir. O hiçbir şeyin içinde değil. Bu Âyet, gerçeği arayanlara apaçık bir delildir.

Yukarıdan beri açıklıkla anlatmaya çalıştığımız realite şudur: Yoktan var olmayan, evvelinin evveli, sonunun sonu, dışının dışı olmayan, aynı zamanda kenarsız, bu suretle eşsiz ve sonsuz ve de bölünmeyen, böylece yine birliği ortada olan ve nur yani ışık ve kuvvet olan çok muazzam bir varlık var. Öyle bir varlık ki; tüm nesneler de kendisinden olmakta ve yine kendisinde yok olup gizlenmekte ve kendisi daimi var kalmaktadır. Bir varlık ki ilk O, son O, iç O, dış O. Bir varlık ki bir ve eşsiz. Bir varlık ki; sonsuz aydınlık…

Şimdi Tanrı’ya inanmayanlara soruyoruz. Peki bu muazzam Varlık nedir? Kenarsız, sonsuz, bir ve eşsiz, büyük varlık Tanrı’dan başka ne olabilir? Ezelî, Ebedî ne demektir? Kenarsızlık nedir? Sonsuz ışık neyi ifade eder? Bir tek sonsuz vücut ne demektir? Hangi feylezof bunları tarif edebilmiş, hangi felsefe bu gerçekleri inkâr edebilmiş ve inkâr edebilir?

Bu kadar muazzam Var, bir tek var Tanrı’dan başka ne olabilir. Sonsuz, Ezelî, Ebedî, Daimî ve esrarengiz… Sonra çevremize ve kâinata bir baktığımız zaman; Gök ve Dünyamızı daimi aydınlatan, ısı ve enerjisiyle dış âlemin yaşantısını devam ettiren büyük bir ışık kaynağı Güneşi ve milyarlarca Yıldızları, Seyyareleri, Ay’ı görürüz. Bu milyarlarca Yıldızlar, hem Güneş ve hem de kendi aralarında orantılıdır. Birinin orantısı bozulsa, hepsinin ki bozulur şekilde tanzim edilmiştir. Milyarlarca en ince hesaplarla yapılmış orantı ve tanzime tesadüf denilip bir kalemde çıkılmak isteniyor. İnsafsızlığın bu kadarını insanlık vicdanı kabul etmez.

Tesadüf, nedret demektir. Milyarlarca ve nâmütenahi tesadüfü kabul etmek delilik olur. Akıl denen kutsal nesneye en büyük hakarettir. Dolayısıyla insana hakarettir. Ayrıca, bileşik moleküllerin, orantılı şekilde atomlardan meydana geldiği ilmen isbatlanmıştır. Bu orantı Yıldızlardan çok daha fazla sayıya sığmayacak kadar sonsuzdur. Bu bileşikler hep atom sayılarına göre orantılıdır. Mesela iki hidrojen atomu, bir oksijen atomu ile birleşince, su olur, biyolojik hayata katkıda bulunur. 3 oksijen atomu birleşince ozon gazı meydana gelir, zehirleyicidir. Bütün bileşikler hep böyle orantılıdır ve nâmütenahidir. Tesadüf nedrettir. Milyarlarca ve sonsuz orantıya tesadüf denemez.

Atomların yapısı da böyledir. Onlar da elektron sayılarına göre orantılıdır. Her elementin atomunun elektron sayısı değişiktir. Bu yüzden hiçbir elementin, insan tarafından yapılamayacağı isbatlanmıştır. İnsanoğlu hiç bir zaman altın, gümüş, bakır, oksijen, hidrojen atomlarını yapamayacaktır. Buna gücü yetmez. Artık bu ilmen açıklığa kavuşmuştur. Atomlardaki bu orantıyı ancak ve ancak büyük kuvvet, ilim ve sanat sahibi Tanrı yapar. Bu düzenli âlem kenarsız ve hepsi kendi olan Tanrı’nın, hareketli ve şuurlu bilgin ve de büyük sanatçı olduğunu isbatlar.

Sınırsızlığın bir vasfı da; sınırsız varı tam görmek olanağı yoktur. Tam görülse yine sınırlanır. Mutlak var sınır kabul etmediğine göre, varı görebildiğimiz kadar görüyoruz. Görüşümüz ötesinde var yine devam eder. Ve sonsuza gider. Bu şuna benzer, ufka baktığımız zaman, Gökle yerin, sahilde durup denize baktığımızda ötelerde Gökle denizin birleştiğini görürüz. Ancak, ufuk noktasının ötesinde yer, deniz ve Gök yine vardır. Şu halde gördüğümüz kısma varın dışı, görmediğimiz kısma da varın içi diyebiliriz. Zaten Kur’an’da

“Hüvel evvelü vel âhirü vezzahirü vel batın ve Hüve bi külli şey’in Alim - İlk ve son, dış ve iç O Tanrı’dır. Ve O Tanrı her şeyi bilir.” (Hadid, 3)

demektedir.

Tanrı’dan başkası olmayan, bir tek, eşsiz, mutlak varı 1400 yıl önce bu kadar bilimsel ve bu kadar güzel anlatan Tanrının kitabı Kur’an’a ve Tanrı’nın son ve sevgili elçisi büyük insan Hazret-i Muhammed’e hayran olmamak ve inanmamak için gerçekten çok cahil ve insafsız olmak gerekir…

“Allahüssamed - Tanrı, varlığında hiçbir şeye muhtaç değildir, nesneler var olmak ve varlıklarını devam ettirmekte Tanrı’ya muhtaçtırlar.”(İhlas,2)

Mutlak var Tanrı, nesnelerden öncedir. O en evveldir, kadim’dir. Mutlak var varlığında ihtiyaçtan beridir. Varlığı kendindendir. Büyük varın varlığı, kenarsızlığı, eşsiz birliği, sonsuzluğu isbatlı olduğundan, yokunda yokluğu isbatlıdır. Öyleyse varın varlığı yokun da yokluğu mecburidir. Gerçek böyle çünkü yok yoktur. Nesneler mutlak varın şânı, tecellileri, belirtileridir. Denizin üstündeki köpükler ve dalgaları ve şafak aydınlığı gibi. Köpük, dalga, şafak aydınlığı, güneşin ve denizin belirtisidirler. Var olmaları için denize ve Güneşe muhtaçtırlar. Gölge de öyledir. Doğrudan doğruya, bizatihi olamazlar. Gölgenin varlığı ışığa bağlıdır. Ama deniz, Güneş ve Işık, köpüklerden, dalgalardan, gölgelerden ve şafaklardan önce vardır ve onları yaratanlardır. Yani onlar, onların belirtileridir. Tüm nesneler ve Âlemler de Ezeli, Ebedi, sınırsız ve Bir Tek var olan Tanrı’nın belirtisidir. Zaten çağın ilmi, nesnelerin aslının atomlar, atomların aslının da pozitif ve negatif elektriğin en küçük birimi yani bir tek şey olduğunu, bunun da sonsuz bir ışık ve kuvvet - enerji olduğunu isbatlamıştır. Demek ki Kâinatı ve içindeki nesneleri atomlarına bölsek ve atomları da parçalasak; bir tek büyük, sınırsız ışık yığını ile karşılaşırız. Zaten Tanrı da Kur’an’da; Varlık BEN’ im ve ben NUR’um - aydınlığım- demektedir. Nuru muazzam Huuu’dur.

Nesneler varlığında Tanrı’ya muhtaçtır. Ancak Tanrı da nesnelere müştaktır. Çünkü, Tanrı da nesnelere müştaktır. Çünkü, Tanrı’da belirme zevki vardır. Tanrı, belirmeyi sever. Onun için, “ Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi -belirmeyi- sevdim ve nesneleri yarattım” buyurmuştur. Kur’an’da,

“Allahü yebdeül halke sümme yüidühü –Mahlûkların -nesnelerin- kaynağı Allah’tır, sonra Allah’a -O kaynağa – iade olacaklardır- döneceklerdir.” (Rum, 11)

Âyeti ile, bu gerçeği çok açık bir şekilde açıklamıştır. Tıpkı fıskiyeli bir havuz gibi bütün su damlaları o havuzdan fışkırıp çoğalmakta, bir kavis çizip, tekrar o havuza dönmektedirler.

“ Lemyelid velem yuled - Tanrı doğmadı ve doğurmadı” (İhlas, 3)

Mutlak ve eşsiz varlık Tanrı, âlemleri -nesneleri- kendi nefsinden peyda etmekle artmadı ve kendinden bir şey eksilmedi. Peygamber:“Tanrı var idi ve onunla beraber bir şey yok idi”, yine: “Eğer Gökten yere bir ip sarkıtsaydınız, Tanrı’ya değerdi” sözleri ile bu durumu açıklamıştır. Tanrı’nın nesneleri yaratmazdan önceki durumu ile nesneleri yarattıktan sonraki durumunu apaçık anlatmak istemiştir. Var, türlü şekil ve suretlerle belirmekle ne artar, ne de eksilir gerçeğini, Tanrı ve onun çok bilgin Elçisi son Peygamber, işte bu şekilde akıllara hayret verecek bir surette cömertçe açıklamışlardır. Bir ip yumağını tartsak ve onu çözüp uzatsak, yine tartsak durum değişmez.

Yukarıda sözü edilen belirli miktarda su dolu bir fıskiyeli havuzu yine düşünelim; Fıskiyeyi açtığımızda o havuzdan yüz binlerce su damlacıkları peyda olur, bunlar yükselir ve tekrar o havuza düşerler. Bu olayda, havuzda ne bir çoğalma -artma- ve ne de bir eksilme olmaz. Bir şeyler olur fakat havuzdaki su yine sudur ve mikdarı aynıdır. Artmamıştır, eksilmemiştir ve aslî yapısı da değişmemiştir. Tanrı Kur’an’da:

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Bakara,156)

Âyeti ile bizim Tanrı’dan olduğumuzu ve sonra O’na döneceğimizi açıklamıştır. Yine Tanrı,

“Külle yevmin Hüve fi şa’n - O her an bir şanda - bir tecellide, bir belirmededir.” (Rahman,29)

Âyeti ile de o fıskiyenin durmadan fışkırdığı gibi nesnelerin de mutlak varlık Tanrı’dan peyda olup, tekrar O mutlak varlıkta yok olduğunu, Tanrı’nın Ezelî, Ebedî ve Bâki -daimi – olduğunu bildirmiştir. Bu, Tanrı’nın durmadan düzenli ve şuurlu bir şekilde hareket halinde bulunduğunu gösterir.

O Nur denizi Tanrı olmasaydı, nesneler olmazdı. O denizde, O’ndan var olduk, O denizde O’nda yok olacağız. O deniz Bâki -daimi- var kalacaktır.

“Küllü şey’in halikün illa vechehü - Tanrı’nın yüzünden - Zâtından başkası helâktır.”(Kasas, 88)

Âyetindeki yüksek ilmi anlama bir zaman dal… Kur’an’ın ve onu insanlığa sunan Ulu İnsan Muhammed’in yüce şanlarını düşün!..

“Velemye küllehu küfüven ahad - Hiç bir şey Tanrı’nın dengi değildir.” (İhlas, 4)

Eşya nesneler, nasıl onun dengi olur ki? O Tanrı hem sınırı olmayan sonsuz var, hem de tüm nesneleri kendi varlığından - nurundan peyda eden ulular ulusu Allah’tır. Dolayısıyla hepsi O’dur. “Heme Ost - Hepsi O” olana bir şey ve şeyler nasıl denk olabilir. Sınırlı ne kadar büyük de olsa, sınırsızın, sonsuzun yanında nedir? Milyarlarca köpük, denize nasıl ki denk olamaz ve denizin yanında bir şey değildir, sonu, ucu, bucağı olmayan mutlak varlık Tanrı’nın yanında da nesneler, âlemler hiçbir şey değildir. Ona misil -denk- olamazlar.

“Leyse kemislihi şey’ün – Hiçbirşey O Tanrı’nın misli – dengi değildir.” (Şura,11)

Âyeti ile Kur’an, bu durumu ayrıca açıklığa kavuşturmuştur. Kenarsızlığı, kenarlı varlıklar temsil edemezler. Geçici, daiminin yanında nedir. Tüm nesneler, O sonsuz muazzam nur denizi -sahili olmayan- ulu Tanrı’nın yanında bir zerre bile değildirler. O nesneler de yine kendisindendir. Kendi belirtileri, kendi şânıdır.

Kur’an’da, Tanrı’nın varlığı, birliği, tekliği ve sonsuzluğu ile ilgili müstesna bir yeri olan İHLAS Sûresi adı ile bilinen,

“Kulhüvallahü ahad, Allahüssamed, lem yelid, velemyuled, velemyeküllehü küfüven ahad” mübarek Sûresinin anlamını burada bu kadarı ile bağlıyoruz ve bu kısmı aşağıda karalamış olduğumuz bir manzume ile bitiriyoruz.

HAKİKAT

İsbat ettinse, varın var olduğun,

Çözüldü esrar, bitti yorgunluğun.

İsbat-ı vücut, yoku yok etmektir.

İşte bu hikmeti: LÂ vü İLLA nın.

LÂ ile söyle yokun yok olduğun,

Hem İLLA ile VAR’ın var olduğun.

Gerçek budur. Âlem-i Eşya ise,

Zahiridir, bir tek mutlak varlığın.

Coşar deniz, ilân eder birliğin,

Tekliğine köpük şahit denizin,

Teklikte çokluk var, çoklukta teklik,

Zuhurudur çokluk, tek bir vücudun.

Denizde var olan yüz bin köpüğün

Açıktır, evveli deniz olduğun.

Köpükler yok olur gene denizde,

Bu da isbatıdır, âhir olduğun.

Bir bütündür, olmaz kenarı varın

Zira yok yok ki; ola haddi varın,

İşte Ulûhiyet budur, SONSUZLUK…

Eşya, hep kendi zuhurudur Hakkın.

Hiçbir şey yoktan olmamıştır kesin,

Halk olan nurundandır Zât-ı Hakkın.

Sınırsızı tam görmek mümkün olmaz.

Açık gizli O, O’dur zahir batın.

“Hüvel evvelü vel âhir” buyruğun,

Bildirdi zahir batın kendolduğun.

İlk HU’dur, son HU, dış HU’dur, iç de HU.

Şerhi bu; var yokun, LÂ vü İLLA’ nın

Paylaş: