Ruh Nedir?

Kur’an’da Tanrı,

“Veyes’eluneke anirruhi, külirruhü min emri Rabbi - Senden Ruhu soranlara de ki: “Ruh Rabbimin emrinden” (İsra, 85)

Âyeti ile Ruh’un Tanrı’nın emri olduğunu açıklamıştır. Ruh, Tanrı’nın Emir Sıfatı, Tecellisi, Nuru ve Nur’dur. Tanrı’nın sıfatı da Nur’dur. Nitekim bu konuya açıklık getiren diğer bir Âyette,

“Ela lehül halku vel emr - Ayık olunuz, mahlûk da, Emir de Tanrı’nındır.” (A’raf, 54)

denilmiştir. Bu Âyette apaçık mahlûkun, yani maddenin ayrı şey, Emrin de ayrı şey olduğu bildirilmiştir. Öyleyse Ruh, kesinlikle mahlûk -cisim- değildir. Ruhun madde olmadığını ve yalnız insanda bulunduğunu, bitki ve hayvanlarda Kutsal Ruhun bulunmadığını, Kur’an açıklamaktadır. Ruhun sadece insana verildiğine ait Âyet şudur:

“Ve nefehtü fihi min ruhi - İnsana Ruhumdan üfürdüm - naklettim” (Sad, 72)

Burada bir husus daha vardır. Tanrı, Ruha “Benim Ruhum” demektedir. Bu da Ruhun Tanrısallığını apaçık göstermektedir. Çünkü Ruhta bilgi ve düşünce vardır. Bu da Tanrı’ya ait bir niteliktir. Diğer bitki ve hayvanlardaki canlılık, Tanrı’nın Hay -diri- niteliğinin belirtileridir.

İnsanın dışında canlı varlıklardaki bilgisizlik, şuursuzluk da bunu gösterir. Ruh ve can madde değildir. Buna örnek olarak yeşil bir ot yaprağını günlerce taşın altında bırakırsak, onun renksiz kaldığını görürüz. Bu durum, bitkilerin rengini Güneşten aldığını gösterir. Ayrıca, bir yeşil ot yaprağını tartsak, sonra onu moleküllerine ayırıp tekrar tartsak, ağırlığından hiçbir şey kaybetmediğini görürüz. Ama renk denen şey o otta kalmamıştır. Bu durum da rengin madde olmadığını gösterir. Zira maddenin ağırlığı ve boyutları vardır. Rengin ağırlığı ve boyutları olmaz. Öyleyse renk, madde “zamir” değil, sıfat “nitelik”tir. Bunun gibi bir insanı da önce tartsak, sonra moleküllerine ayırıp tekrar tartsak ağırlığında hiçbir değişim olmaz. Fakat canlılığını kaybeder. Şu halde canlılık -hayat sıfatı- tıpkı renk gibi madde-zamir- olmayıp, sıfat -nitelik- olduğu kesinlikle anlaşılmış olur. Tanrı, en son kitabı Kur’an’da ise; Ruhun madde olmayıp, kendinin Emri olduğunu, yani içinde Tanrı’nın hayat ve bilgi sıfatlarını taşıyan bir tecellisi, bir sırrı olduğunu açıklamıştır. İnsanın, hayvanlardan ve bitkilerden daha berrak bir canlılığa sahip olduğu, ayrıca düşünmek niteliği ile Tanrısallığı bulunduğu ve bu üstün olanakları ile yeryüzünün ve tüm âlemlerin en üstünü ve efendisi olduğu anlaşılmış olmaktadır.

Ruh, Tanrı’nın niteliklerinden bir kutsal niteliktir. Bu husus Kur’an ile kesinliğe kavuşmuştur.

İlk belirtiye teklik nuru anlamına; "Ahmediyet" adı da verilmiştir. Ahmed, Ahad nurudur. Tek, biricik anlamınadır. Latince İncil’de Feraklid diye geçer. Ayrıca İncil’de Hazreti İsa, kendisi gitmedikçe, insanlığa gerçek kurtarıcı Ahmed -biricik- isimli Peygamberin gelmeyeceği açıkça bildirilmiştir. Kur’an da bu durumu Hz. İsa’nın dili ile

“Mübeşşiren bi Resulin, ye’ti min badismühü AHMED – İsrail oğullarına benden sonra gelecek bir Tanrı elçisini müjdelerim ve Onun adı AHMED’dir.” (Saff, 6)

Âyeti ile açıklamaktadır.

İşte biricik, ilk ve son ve en büyük Peygamberin bizim sevgili Peygamberimiz, Hazret-i Muhammed olduğu ve adının da Feraklid, biricik anlamına Ahmed bulunduğu apaçık ortadadır. Peygamberimiz, “Adem-İnsan - su ile balçık arasında iken, daha Âdem yok iken, ben Peygamberdim.” Demekle, bu

ilk Tanrı belirtisine açıklık getirmiştir. İlk belirtiye en güzel örnek olarak şafak aydınlığını gösterebiliriz.

3- İkinci belirme: “Levh-i mahfuz –korunan levha”. Bu âlem, ilk belirtiden beliren ikinci belirtidir. Çokluk âleminin özeti şeklindeki görüntüsüdür. Burası büyük Muhammedi Ruhtan, Ruhların özeti şeklindeki görüntüsüdür. Burası büyük Muhammedi Ruhtan, Ruhların özeti tıpkı çiçeklerin tohumları gibi düzenlenmiş, ancak açık, seçik belirtilmemiştir. Bu âleme Âyan-ı sâbite ve Levh-i Mahfuz denilmesi, görünen sabit noktalar şeklinde ve korunan levha, Tanrı indinde gizli sırlar anlamınadır. İkinci belirti de Tanrı’nın Zâtında gizli olup, daha sonra belirecek âlemlerin ve nesnelerin, mukadderatı ile ilgili safahatın özeti vardır.

4- Ruhlar Âlemi: Bu mertebede, ikinci mertebedeki açılmamış gizli ve çeşitli tohumlar halindeki Ruhlar, çiçeklerin çeşit çeşit açıldığı gibi, artık açık seçik belirmiş ve kendi istidatlarına göre renkli, nurani şekil alarak belirmişlerdir ve adlandırılmışlardır. Artık Tanrı huzurunda sonradan yaratılacak Âdem isimli İnsanın ve Onun çocuklarının Ruhları – gerçek yapıtları- hazır durumdadır. Ruhların bu durumdaki belirmelerinde Tanrı hepsine birden

“Elestü bi Rebbiküm - Ben sizin Rabbınız (aslınız) yani kutsal büyüğünüz ve yöneticiniz değil miyim” sorusunu sormuş; onlar da hep birden “Belâ şehidna - evet tanıkız” (A’raf, I72)

diye kendisini büyükleyerek, kabullenmişlerdir.

Denizin üstünde meydana gelip ve asli yapısı deniz olan köpükler gibi, Tanrı Nurundan şekillenen ve sınırlanan, derece derece Ruh adı ile adlanan çokluk âlemi işte bu şekilde iç âlemde başlamıştır. Aslında köpükler ve deniz örneği gibi, çoklukta teklik vardır. Bu Mutlak Varın nesneler şeklinde belirmesi bizi şaşırtmamalıdır. Örnek olarak, bunlar kardan yapılmış adama ve çeşitli şekillerdeki ampullere benzerler. Onlar nasıl ki, adamlar ve ampuller değildir, kar ve elektriktir, Ruhlar da aslında Tanrı Nurunun şekilleridir. Tanrı kendisinin de Nur olduğunu Kur’an’da,

Allahü nurussemavati vel ard - Göklerin ve yerin nuru Allah’tır.” (Nur, 35)

âyeti ile apaçık bildirmiştir.

5-Temsil -örnekler- Âlemi: Bu âlemde sonsuzluğu işaret eden feza, Güneş, Ay, Yıldızlar ve yer küresi vardır. Bunlar da Nurlardır. Tanrı’nın çeşitli belirtileridir. Yer küresini atomlarına ayırsak O da tekrar ışığa dönüşür ve Güneş gibi ışık neşreder.

Ay ve Yıldızlar, derece derece Kutsal Ruhları ve Melekleri temsil ederler. Güneş, ilk Tanrı belirtisi "büyük Muhammedi Ruhu", Ay, Peygamberler içinde "Hazret-i İbrahim"’in Ruhunu, Veliler içinde "Şâh-i Velâyet Hazret-i Ali"’nin Ruhunun örneğidirler. Hazreti Ali hakkında Peygamberimiz, “Ben ilmin memleketiyim, Ali kapusudur” demiştir. Bu en büyük Veli, bütün Velilerin başkanı ve Peygamberin en büyük varisidir. Ay, melekler içinde de Cebrail’in örneğidir.

Yıldızlar ve Ay nasıl Güneşten peyda olmuş Onun etrafında durmadan dönüp; onu büyüklerler ve ondan enerji almak yoluyla varlıklarını devam ettirir olgunlaştırırlarsa, Ruhlar da Mâneviyat Güneşi, Ruhlar babası, özü ve kaynağı olan Külli Ruh Hazret-i MUHAMMED’in kutsal çevresinde aşk ile dönerler, ondan aldıkları feyz ile varlıklarını devam ettirir ve olgunlaşırlar. Bu tekâmül -olgunluk-, Tanrı’nın Mecid -yenileştiren- adı ile sonsuza doğru uzar gider. Tanrı, insanlığın Ruhunu O büyük ışıktan ayırıp maddeleştirmeye, Ona yaklaştırıp, Ondan mânevi enerji almak yoluyla Onun kutrunda sınırsız olgunlaşmanın ve kutsal hayatın ebediliğine kavuştura.

6-Cisimler Âlemi: Bu âlem yer yuvarlağıdır. Üstünde yaşadığımız Dünya, cansız maddeler, bitkiler, hayvanlar, insanlar, su ve atmosfer tabakasıdır. “Mülk âlemi, Nasut âlemi” diye de adlandırılmıştır. Altıncı belirti olan Dünyanın aslı su buharıdır -Güneşin şiddetli hararetidir-. Ay ve Yıldızlar, Güneşten kitle halinde ayrılmış; Dünya, Güneşin hararetinden meydana gelmiştir. Cisimlerin, maddenin aslî yapısı Nur’dur. Nur, aydınlık, ışık anlamınadır. Mutlak var Tanrı, Nurların Nuru –aydınlığın özü- dür. Madde, Nurun tekâsüfünden -sıkışmasından- ibarettir. Bu sıkışma 4 safhadır. Nur (enerji de denebilir), ilk durumda atom, ikincide molekül, üçüncüde madde olmuştur. Maddenin bileşimini bozsak, sırası ile molekül, atom, enerji (Nur) ye dönüşür. Bu durum da var olan şeyin tek şey olduğunu gösterir. Demek ki kâinatı atomlarına bölüp parçalarsak, bir şey yani sonsuz bir Nur (aydınlık) kalır. Nur-u muazzam Huu….(O…)

Tekâmül nazariyesi yanlış anlaşılmaktadır. Aslında Mutlak Varlık Nurdur. Varlığın evveli en mükemmel bir durumdadır. Bir sıkışma, katılaşma olmakta bu durum mükemmel varı basitleştirmektedir. Sonra, sıkışan var tekrar terkibini bozup, enerjiye dönüşmekte –latifleşmekte-, bu suretle bir olgunlaşma örneği gösterilmektedir. İlkellik enerjide değil, onun sıkışıp maddeleşmesi ve bu yolla basitleşmesindedir. Yani basitlik –ilkellik- donuk olan maddedir. Yoksa kâinat içinde en eski olan Güneşi ilkel kabul etmemiz lâzım gelir ki bu saçmalık olur. Evet, Güneş, kâinat âleminin ilk nesnesidir. Fakat O en mükemmel bir olgunluk içerisindedir. O, kâinatın canı sayılır. Maddeler, bitkiler, canlılar varlığını ve yaşantısını onunla devam ettirir, madenler onunla cisimlere geçer, onunla olgunlaşır, tekâmül ederler.

Güneşi ilkel ve basit kabul etmek, akla ve bilime aykırı düşer. Durum şudur; Mükemmel olan varlık önce maddeleşmek suretiyle basitleşmekte, sonra tekrar enerjiye dönüşüp, eski durumunu kazanıp tekâmül etmektedir. Bu olayda Tanrı’nın sırrı vardır. En mükemmel durumda olan Tanrı, kendi nefsinden nesneleri tekâsüf –sıkışma- yoluyla yaratıp basitleştirmekte, sonra tekrar onu kendisine döndürüp olgunlaştırmaktadır. Bu yolla, mükemmel ve basit ne demektir anlaşılsın, öğrenilsin istemiştir. Bununla kendi mükemmellini öğretmek istemiştir. Onun için bir basit yaratmıştır. Yoksa varlığın özünde basitlik -ilkellik- diye bir şey yoktur. (1)

(1) Kur’an’da, bir kavmin yaptıkları kötülük yüzünden maymun, diğer bir kavmin de ayı suretine geçtikleri açıklanmıştır. İşte 1400 yıl evvel açıklanan bu gerçeği, kötü niyetli Darvin, Kur’an’da görmüş ve bunu tekâmül nazariyesini de ele alarak ters bir şekilde işlemiştir. İnsan, Tanrı’nın en mükemmel bir belirtisidir. İnsan, şüphesiz olağanüstü kutsal bir varlıktır. Tanrısaldır. Onu, Tanrı iki eliyle yaratmış ve kendisinin bütün güzel sıfatları ile bezemiştir. Darvin’in tekâmül nazariyesi baştan sakattır. Onun teorisine göre, Güneş en basit ve düşük bir nesnedir. Halbuki çağın ilmi, Güneşin, en mükemmel ve her an tazelenen, bu suretle bütün âlemi, nesneleri tekâmül ettiren, yani tekâmül denen şeyin kaynağı olduğunu kabul etmiştir.

Şekl-i İnsan kutsaldır, ayrıca insanın beden ve şeklinde de kutsallık vardır. İnsan, secde halinde Arapça harflerle “Muhammed” kelimesini yazar. Namaz’da kıyam, rükû ve secde durumunda Arap harfleri ile “Âdem” adını yazar. Yüzünde, Arapça “pek üstün” anlamına Aliyyül âlâ yazar. Bu nedenle Tanrı, insan şeklinde hiçbir kimseyi cehenneme atmaz. Şöyle ki: İnsan (kötü insan) öldükten sonra şekil değişir. Kendisindeki en kötü huy ne ise ve o huy hangi hayvanla temsil ediliyorsa, o hayvan şekil ve suretinde Barzah’a geçer. Zaten cahil insanın iç yapısı hayvandır. Huyları da vahşi hayvanlarınkindendir. Şairin şu deyişleri ne güzeldir:

“Ey nütfe iken ahsen-i takvim olan insan,

Bil kadrini bil, suret-i insan ele geçmez.”

Paylaş: