Olgun İnsan

“İnni cailun fil ardi halifeten - Yeryüzüne insanı Tanrı adına iş gören başkan kıldım” (Bakara,30)

“Veallemel Âdeme esmae külleha - İnsana bütün adlarımı öğrettim” (Bakara,31)

“Lekadhalaknel insane fi ahseni takvim - İnsanı en güzel surette yarattım” (Tin, 4)

“Venefehtühü fihi min ruhi - İnsana kendi ruhumdan ilettim.” (Sad, 72)

“Ve izkülna lil melâiketiscudu li Âdeme fesecedu illa iblis-Meleklere, insana secde edin dedim. İblisten başkası secde etti” (Bakara, 34)

“İnnallahe halakel Âdeme ala suretihi- İnsanı, Tanrı kendi suretinde yarattı” (Kudsi Hadis)

Bu Âyetler ve Kutsal Tanrı Sözü konumuza ışık tutar.

İnsanın bedeni her ne kadar diğer canlılardan daha mükemmel yaratılmış ise de, asıl insanın üstünlüğü yine de ondaki Kutsal Ruhtan gelmektedir.

“Allahü lâ ilâhe illahu lehül esmaül Hüsna – O Allah ki; Ondan başka Tanrı yoktur ve bütün güzel adlar (sıfatlar)Onundur.”(Taha, 8) Âyeti bize varın, “Huuu O Allah”, bütün güzel niceliklerinde, Ona ait olduğunu açıklıyor. Evet varlık O’dur, bütün güzel adlar ve nitelikler de O birtek varındır.

Ruh, Tanrı’nın Emridir, Tanrının Zâti Nurundan peyda olmuştur. Melekler ise, Mutlak Varlık olan Tanrı’nın Sıfat Nurlarından (güzel adlarının Nurlarından) peyda olmuşlardır. Tanrı’nın Zâtı bir, eli ikidir. İnsanı iki eliyle yarattığını, Tanrı Kur’an’da açıklamıştır. Ruh Tanrı’nın Zât Nurundan, milyonlarca Melek de her bir güzel adından peyda olmuştur. Ruh, aslında bir tanedir. Diğer Ruhlar, ilk büyük Muhammedi Ruhtan çoğaltılmışlardır. Güneş ve Yıldızlar gibi. Ruh Zâti Nur, Melekler Esmâi Nurlardır. Ancak; varlık kendisi olan Tanrı bir ve tek ve eli ikidir. Yani sıfatları iki kategoride toplanmıştır. Buna Celâli (kahri) ve Cemâli (Rahmani ) sıfatlar denir. Çünkü Tanrı hem çok şiddetli ve öfkelidir, hem de çok acıyıcı ve pek güzeldir. Bu nedenle Meleklerin bir kısmı Celâli, bir kısmı da Cemâlidir.

Süfli kuvvetin örneği olarak adlandırılan İblis, Tanrı’nın Cebbar –kuvvet- adından, Kahhar adiyle yaratıldığından, eğriliğin, kötülüğün, şer ve yalanın örneği kılınmıştır. İnsana secde -hürmet- etmemesinin

nedeni, Cebbar adının kendisine verdiği şiddet ve kuvvetten çıkamamasındandır. Tanrı’nın Cebbar ve Kahhar adlarının şiddeti altında olduğundan, daima kendisini kuvvetli görür ve büyüklenir.

Kutsal Ruh, Tanrı’nın Zât Nuru olduğundan, onda hem Zâti nitelikler, hem de Tanrı adlarının nitelikleri vardır.

“Âdeme bütün adlarımı öğrettim” (Bakara, 31)

âyeti ile bu gerçek teyit edilmiştir. Ayrıca

“Allemel insane ma’lem ya’lem – İnsana bilmediğini Tanrı öğretir.” (Alak, 5)

âyeti ile de, bilim sıfatının Tanrı’ya ait olduğu ve Ruhun bilgi kazanabilmek yeteneğinde bulunduğu, bu nedenle bizzat Tanrı ile ilişki kurabildiği anlaşılmaktadır.

Ruhta, Tanrı’nın bütün Cemâli ve Celâli nitelikleri bulunduğundan ve de Tanrı Zâtının Nuru olduğundan, diğer nesnelerden çok kuvvetli olmakla beraber bütün zıt kuvvet ve nitelikleri de kendisinde toplamıştır. Bir Âyette Tanrı:

“İnsanı karışık sudan yarattım, onu tecrübe ederim” (İnsan, 2) demektedir. Yani hele onda hangi niteliğim üstün gelecektir. Rahmani niteliğim mi, Kahri niteliğim mi? Eğer Rahmani niteliği üstün gelse, insan imanlı, doğru ve Tanrı’sal bilgiye ermiş olur. Kahri niteliği üstün gelse inkârcı, inatçı, kötü, fesatçı ve zalim olur. Ruh, bütün ulvi nesneler olan Meleklerden ve sufli nesnelerden hem büyük, hem kuvvetli, hem de bilgindir. İşte bundan dolayı bu Ruhu taşıyan İnsana, Tanrı Melekleri secde ettirmiş ve tüm yaratıkları ona musahhar – bağlı kılmıştır.

Yukarıda konu edilen Ruh ve Melekler aslında Tanrı’nın Zâti ve Sıfatî kuvvetleri, taayyün - belirtileridir. Gerçekten Tanrı’dan başka hiçbir nesne ve kimse yoktur. Var olan O’dur. Maddi ve Mânevi tüm nesneler Onun taayyünü – belirtileridir. Bunun böyle olduğu bu kitabın ilk faslında kesinlikle ispat edilmiştir. Varlığın Tanrı olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. (2)

(2) Varlık ağacı birdir. Kökü Ahadiyet, dalları mertebeler, meyvası İnsan-ı Kâmildir. Hepsi de O tek ve kenarsız ezeli ve ebedi olan Nur –ışık- deryası Tanrı’dır. “Allah bir, Resul Hak” deyimi gerçek anlamı bu mânayadır. Yani Vücud -Varlık- “bir”, İnsan-ı Kâmil –Olgun İnsan “ gerçek” demektir.”Var bir, belirtisi yedi’dir” gerçeğine bir tek deniz ve biribirine bağlı sahile doğru uzanan yedi dalgayı örnek verebiliriz. Bu yedi mertebenin sırrı, Tanrı Nurunun altı renkte belirmesindendir. Bu renkler: 1-Eflâtuni -açık mavi- ,2- Çimen rengi yeşil, 3- Açık sarı, 4- Kırmızı 5-Beyaz , 6- Siyah. Ahadiyet Makamı renkten münezzehtir. Renksizlik, belirsizlik âlemidir. Lâ taayyün esrar……

Yedi makamın bir sırrı ise: İnsanın başında gizlenmiştir. İnsanın iki gözü, iki kulağı, iki burun deliği ve bir ağzı toplam olarak yedidir. Yine insanın başında: bir görme duyusu, bir işitme duyusu, bir koklama duyusu, toplam dört eder. 7 ile 4 çarpılınca 28 olur. “Kur’an’ı Kerim” Arapça harfler ile 28 harften meydana gelmiştir. Bu durum da, Kur’an’ın insanın başında gizlendiğini gösterir. Tasavvufta, Olgun İnsan’a Kur’an denmesinin bir nedeni de budur.

İşte Tanrı,

“Ruhumu insana üfürdüm” (Sad, 72)

sözü ile insanın üstünlüğünü açıklamıştır. Tanrı’nın Zâti Nuru olan ve O’nun başta bilim olmak üzere, bütün güzel nitelikleri ile vasıflanmış olan Ruh, bu hakla maddi ve Mânevi bütün nesnelerden üstün olacaktır. Ayrıca Ruhta, düşünme ve icat etme -yaratma- niteliği de bulunduğundan, Tanrı ona Halifem, Elçim, Nebim, Velim ve Varisim demiştir. İnsan bedeni de diğer nesnelerden daha güzel ve mükemmel yaratılmıştır. Nesneler içinde dik durma hakkı insana tanınmıştır.

İnsanın dik duruşu, Ona âlemlerin ve içindeki maddi Mânevi nesnelerin başkanı ve tasarruf edicisi, yöneticisi olanaklarını vermiştir. Şekl-i insan ve insanın yüzünde bulunan Tanrı’nın hikmetleri ve sırları, Onun üstün olduğunu gösterir. İnsan dik durduğu zaman Arap harfleri ile Elif(A), rüku ettiği (yatay) zaman dal (D), secde ettiği (ters dönüş) zaman Mim (M) harfi şekillerini alır. Bu harfler sırası ile yan yana geldiğinde “ÂDEM” kelimesi çıkar. İlk insana Âdem adının verilmesi bu hikmet ve nedendendir. Ayrıca insan secde ettiğinde Arapça harflerle “MUHAMMED” kelimesini yazar. Muhammed, Tanrı tarafından öğülmüş anlamınadır. Son Peygamberin bu adla adlanması da, Onun yüceliğini ve Peygamberliğini gösterir. Her Peygamber gibi son Peygamberin de adı özeldir. Ve kendilerinden önce hiçbir kişi o adlarla adlanmamıştır. Muhammed, İsa, Musa, İbrahim, Nuh, Âdem, Dâvud, Yahya, Zekeriya, İshak, Yakub, İsmail, Harun, Lut, Hud, İdris, Şit, Âdem ve benzeri bu kişilerden önce hiçbir kişi bu adları almamıştır. İnsanlık tarihi bunun tanığıdır. Bu gerçek, adı geçen kutsal kişilerin, Tanrı tarafından istıfa edilmiş -seçilmiş- olduğunu gösterir. Peygamberler ve Tanrı dostu Veliler, Tanrı’nın kelimeleridir. Ruhun bir adı da ” Tanrı kelimi" dir. Hz. Muhammed, Güneş gibi Tanrı’nın en büyük belirtisi, Ruhların babası “Eb-i Mukaddes” olması yönünden de “Cevâmiül kelim - kelimelerin toplamı”- adını almıştır. Tanrı dostları Veliler içinde ise, adı özel olan tek Veli, Hazret-i Muhammed’in amcası oğlu Hazret-i Ali’nin adıdır. Kendisinden evvel hiçbir kişi Ali adını almamıştır. Bu nedenle O en büyük Tanrı Velisine, Şâh-i Velâyet, Veliyullah ve Keremallahü Vechehu – Tanrı yüzünü tekrim etti - denilmiştir.

Çocuk -cenin-, anasının karnında secde şeklinde, elleri kulaklarında, dizleri karnına çekik bir halde durur. Başı aşağı, ayakları yumuk bir şekilde Arapça harflerle Muhammed kelimesi şeklini çizer. Bu ise, Tanrı’nın insana, Muhammed –öğülmüş- adını vermiş olduğunu gösterir. Secdede insan Muhammed kelimesini çizer. Şairin,

“Yokluğumla aşikârım, Ehl-i Beyte âidim,

Secdemin şeklindeki ismi Muhammed şahidim”

beyti bu gerçeği yansıtmaktadır.

Namazın şekillerinin en önemlisi secdedir. Namaz üç şekilden ibarettir. Buna kıyam –ayakta duruş-, Rüku –yatay durma-, sücut-ters dönme- denir. Bu ibadeti yapan insan bütün bitkilerin, bütün hayvanların ve bütün insanların tümünün birden ibadetini yapmış olur. Bu nedenle namaz, büyük ibadet olmuştur. Tanrı bu büyük kazancı sadece insana vermiştir. Ancak bu ibadet, Tanrı’ya tam inançla ve son Peygamber Muhammed A.S’ın yaptığı gibi yapılacaktır. Tanrı’ya dua -yalvarma- anlamına olan namaz, insanı fuhuştan ve kötülükten uzaklaştırır.

“İnnesselate tenha anil fehşâi vel münker - Namaz insanı fuhuş ve kötülüklerden alıkor” (Ankebut, 45)

Âyeti ile bu durum açıklanmıştır. Namaz, iyice temizlenmeden kılınmaz. Tanrı’nın huzuruna temiz bir beden ve tam inançla duran bir kul, Tanrı’nın maddi Mânevi lütfuna uğrar. Namaz kılanın bedeni ve kalbi temiz olur. Temizlik, bedeni ve Ruhu sıhhata kavuşturur. Ayrıca namaz harekettir. Günde beş vakit namaz kılan hareketli ve canlı olur. O insanda tembellik, uyuşukluk olmaz.

İnançla tutulan oruç da Tanrı’ya ibadettir. Oruç nefsi –kötü arzuları- kırar, insanı iradeli ve azimli yapar. Kalbi ve şuuru, sindirim organlarının yaptığı tazyikten bir zaman için uzak tutup dinlendirir. Ayrıca kan dolaşımı ve sinir sistemi üzerinde olumlu etki yapar. İnsanı kötü duyguları ile mücadeleye alıştırır. Açlığın çetinliğini duyurup, insanın ruhunda ve kalbindeki gizli bulunan insaf ve acıma duygularını tahrik eder. Yoksul insanlara acındırır, yoksulluğun zor olduğunu gösterir, yoksul insanlara yardım edilmesi gereğini duyurur. Herkesin insan bilinmesine ve onlara sempati duyulmasına sebep olur. Ancak, bütün güzel ibadetler gibi bu çok önemli iki ibadet de –namaz ve oruç- gerçek bir inançla, sadece Tanrı’nın rızası ve sevgisi kazanılmak için yapılmalıdır. İbadetler kulluk görevidir. İnsanın, Tanrı’sı ile arasında bir sırdır. İbadetleri desinler, görsünler diye yapmamak, elden geldiğince gizli yapmak lâzımdır. Tanrı gizli ibadeti sever. Onun için Hazret-i Muhammed farz ibadetleri dışında, insanları gizli ibadete fazlası ile teşvik etmiştir.

Yukarıda anlatıldığı gibi, insana Tanrı vermiş olduğu üstünlükten dolayı, serbesti ve tasarruf –yönetim- olanağını da vermiştir. Ayrıca, maddi Mânevi bütün âlemleri başta melekler olmak üzere Gökleri, yeri ve aralarındaki bütün nesneleri onun emrine vermiştir.

Bu nitelikleri ile insan, Tanrı adına iş gören bir yüceliğe kavuşmuştur. Bu serbesti ve yüceliğinden dolayı da Tanrı’ya karşı sorumlu tutulmuştur. İnsanın yüzü, iki taraflı Arapça harflerle Ayn, burnu Lam, ağzı, üst dudakları ortadan ikiye bölünmüş şekilde Ya harfleri ile süslenmiş, hem en güzel sureti almış, hem de insan yüzünde bu harflerin birleştirilmesi ile “Aliyyül âlâ –pek yüce” yazılmıştır. Bu da insanın üstünlüğünün Tanrı eli ile isbatıdır. İnsanda beş dış duyu ve beş iç duygu vardır. Dış duyular: görme, işitme, koklama, konuşma ve dokunma duyularıdır. İç duygular: hayal, vehim, hatıra, hafıza, tefekkür duygularıdır. Bunlar da ayrıca insanı bezeyip süslemiştir.

Paylaş: