İslâm dininde, kul ile Allah arasında vasıta –aracı yoktur ve olamaz da. Rabıta -irtibat- kurmak , biat –bağlanmak, bunlar kişinin herhangi çiğ ve cahil birine rabıta ve biatı değildir. Rabıta ve biat, Tanrının kutsi ruh -kutsal ruhu taşıyan (ki, bu ruh, Tanrının emridir ve Tanrının başta ilim olmak üzere, tüm sıfatları ile sıfatlanmıştır) Alim ve Arif, Nebi ve Velilerin ruhlarınadır. Yani, Kâmil insanadır. Demek ki rabıta ve biat, ilim ve marifetedir. Yoksa beşere değildir. Ruh, mahluk değildir. O Tanrının emir sıfatı olup, Haktır, nurdur,
Rabıta ve biat Hakkadır. Halka, rabıta ve biat olmaz. Güneşin ışığına yönelmek nasıl ki güneşe yönelmek ise, Alim ve Arif olan kutsal ruh taşıyan Olgun İnsana yönelmek de Tanrıya yönelmektir. Buna vasıta denmez. Çünkü ruh, Hakkın ziyası , ışığıdır, ziyasız da Güneş ile irtibat kurmak mümkün olmaz ve de güneş bilinmez. Bunun gibi, kutsal ruhla ilişki kuramayan bir kimse de, Tanrı ile ilişki kuramaz. Çünkü Tanrı, çok büyük ve sonsuz nurdur. Eğer o nur , birden zahir olsa, bütün kainat yanar.
Bu nedenle Tanrı, nurdan mahrum olmamamız için, kutsal ruh taşıyan Peygamberleri ve Velileri, Yıldızlar gibi bize göndermiş ve ruh alemimizi onlarla aydınlatmak, büyük ve sonsuz nurdan haberdar etmek istemiştir. İnsan-ı Kâmil, nur-aydınlıktır. Allah, muazzam nurdur. Şimdi bir gerçek vardır , onu açıklıyoruz:
“Az ışığı sevmeyen ve kabul etmeyen, çok ışığı hiç sevmez ve kabul etmez” .
Bu durumdakiler, yarasa kuşları gibidir.Öyleyse, ruhları ve kalpleri birer ampül gibi parlayan, - nur olan-Nebileri ve Velileri sevmeyen ve kabul etmeyenler, Tanrı Güneşi Muhammed Mustafa’yı(S.A.S) ve sonsuz, kenarsız nur olan Allah’ı nasıl sevip, kabul ederler? Bazılarının: “Biz Tanrıya inanıyoruz, Tanrıya bağlıyız, Peygamberler de neymiş, biz de insanız” ve bazılarının: “Biz Tanrının Peygamberine bağlıyız, Veliler de ne imiş” gibi saçma , aslında küfr – gerçeği örtme – lafları boştur. Kaide şudur: “Az ışığı sevmeyen, çok ışığı hiç sevmez.” Güneş doğup battığına, dünya yaşadığına, insanlar dünyada var olduğuna göre, muhakkak bu insanlar içerisinde Tanrıyı tam bilen, Kutsi ruh taşıyan, güzel ahlakla bezenmiş Kâmil insanlar da olacaktır. Çünkü Tanrı, Alemleri kendisi bilinsin, yani gerçek bütün Kemali ile anlaşılsın diye yaratmıştır. “Men Araf” dersini görmeyen ve Ledünni –Alem-i Kutsiyanın esrarına mahrem olmayanlar ise, Tanrıyı, gerçeğin özünü kemali ile bilemezler. Ahlak bütünlüğüne bir türlü ulaşamazlar.
Alem yaşadığına göre, içinde İnsan-ı Kamiller var demektir. Eğer kalmamış denilse, o zaman bu aleme lüzum yoktur. Yaratılış sırrına aykırı düşer.
Bir bağda koruklar var ise, herhalde birer tane de üzüm vardır. Bu milyonlarca koruk misali, çiğ adamlar içinde de muhakkak ve muhakkak Kâmil İnsanlar vardır. İşte bunlar, Tanrı Velileridir. İnsan-ı Kâmil ile temas kuramayan, koyu karanlık ve dalalet-şaşkınlık- içindedir. İnsan-ı Kâmil’siz Tanrı bilinmez ve Tanrının gerçek ilminden, feyzinden faydalanılamaz.
Adem – Olgun İnsan - Tanrının zatını yansıtan bir ayna, Onun ruhu ve kalbi Tanrının nuru, Tanrının sıfatıdır.