Tasavvuf medreseden değil; Tekke’den zuhur etmiştir.
Bir Tasavvufçu gösterilemez ki O tarikat pirlerinden olmasın. Ya da bir pire hizmet etmeden tarikat piri olmuş bir Zât gösterilemez. Mutlaka bir Pirin terbiyesinden geçtikten ve Olgunlaştıktan sonra Pir olmuştur. Yani İnsan-ı Kâmil olmuştur.
Ayrıca Tasavvufçular, İtikad kurmazlar. Ve bunu yapanları kendilerini Peygamberin yerine koymuş görürler. İtikadı, Peygamber oluşturur. Tasavvufçular, Peygamberin İlahi mesaja islinaden oluşturduğu Itikadı (iman gerçeklerinı) izah ederler. ** Öyleyse Tasavvufçular, İlahi mesaja, Vahye ve bizzat Peygamberin metafizik öğretisine bağlıdırlar. Çünkü Onlar, felsefecilerin ve kelamcıların Aristo Mantığının kuralları ile Cüzi normal akılla yaptıkları itikadları reddederler. Ve hatta bunu Peygambere, ilahi Mesaj’a karşı yapılmış büyük küstahlık olarak nitelerler. Tasavvufçuların tamamı derlerki; “birmilyon kitap okusan, İlâhi Mârifete eremezsin. İman umdelerinin gerçeğini çözemezsin. Metafizik gerçekleıi Cüz’i akılla öğrenemezsin.” Zaten akıl bu gerçekleıi çözebilseydi; Yüce Allah, İlahi Mesajını ve Peygamberlerini göndermeyerek, herkes kendi aklıyla Kur’an’ın, Tevrat’ın, lncil’in, Zeburun ve Peygamberlerin haber verdiği Manevi Gerçekleri öğrenirdi. Okumak ve düşünmek yoluyla, yani her Cüz’i akıl sahibi Tannsını kendi bulurdu. O’nu ve Sıfatlarını (Esma-i Hüsnasını), Ruh ve Melekler âlemini, madde ötesi gerçekleri, varlıkları, hepsini aklıyla Peygambere ve Vahye ihtiyaç duymadan öğrenirdi. Yani sanki her akılcı ve mantıkçı düşünür, birer Peygamber olurdu. Yağma yok!.. Akıl, sadece fizik alemini araştırır ve öğrenir. Bir de yazılı olan İslam Hukukunu öğrenir. Ki o hukukun da (Fıkıh) kurucusu, yani Alimi gene İlâhi Mesajcı Peygamberdir. Şeriatla ilgili Ayetler, muhkemattandır, açıktır. İşte, görülüyor ki İslamın, felsefe ve bir nevi felsefe olan kelam bilgisinin dışında, doğrudan İlahi Mesaja-Vahye;ilahi Mesajcı’nın Kutsal Ruhuna tutunarak yeniden itikat oluşturmadan, doğrudan Peygamberin metafiziköğretisinin Amentu Umdelerinin gerçeğinin ve gerçek anlamlarının izahını yapan Islam Tasavvufçularının tek kaynağı vardır; O da **İlâhi Mesaj Kur’an ve ilâhi Mesajcımız Hazret-i Peygamber efendimizdir. O’nun kutsal sözleridir. ** Tasavvuf, İslamın iman ve iman ilkelerinin irfanıdır. Tasavvufun konusu doğrudan iman hakikatleridir ve kaynağı lslâm’dır. Dinin, iman yönüdür. iman gerçeklerini öğrenmektir. “Men Araf”ı bilmektir. Tasavvuf, İslâmın fıkıh-hukuk, ekonomi, sosyal (kısaca Şeriat yönünün) öğretisi ile uğraşmaz. Onu fıkıhçılara, müctehidlere bırakır. Çünkü Kitap ve Sünnet ile belli olan Şeriatın kurucusu ve alimi zaten Peygamberdir. Şeriatla ilgili âyetler ve Hadisler muhkemattandır. Kapalı, mecazi (kinayeli) değildirler. Açıkça ve her müslümanın anlayacağı; müphem-kapalı tarafı olmayan âyet ve hadislerdir. Kitap ve Sünnetten öte ictihadle gelişen fıkhı da müctehidler oiuşturmuşlardır. Zira Islam’da ictihad vardır. Müctehidler ise Peygamber değillerdir. 0 nedenle hata da edebilirler. Isabet de edebilirler. Bu nedenle hiçbirictihad (mezhep anlamında) yüzde yüz doğru değildir. Her mezhepte hak da vardır; hata da vardır. Çünkü ictihad, beşerin Kitap ve Sünnete uygun olduğunu iddia ettiği ve delillerini getirerek ortaya koyduğu beşeri görüşüdür. Nübüvvet Sıfatı olmayan müctehidin ictihadları Semavi (Göksel) değildir. Gökten inen, Kitap ve Sünnet’tir. Mezhepler gökten inmemiştir. Islamda ictihad vardır. İctihada ihtiyaç da vardır. 0 nedenle mezhepler (ya da müctehidler) inkar edilemez. Onlardan Emir el Mü’minin ve insanlar yararlanır. Gelişmeyi ve ilerlemeyi sağlarlar. ** Ayrıca İslâm, statik değildir. Dinamiktir. ** ‘Külle yevmin höve fi şa’n -(Allah) her an bir Şan’da- bir faali’ yettedir**.” (Rahman, 29) Allah, Hay’dır. Daimidir. Öyleyse Allah’ın işi bitmez. Bitmemiştir. Halk-ı Ula ve Halk-ı Cedid; yani ilk ve yeni Halk vardır.
Bunlar Kur’an-ı Kerim ile sabittir. Aslında ictihad, Emir-el Mü’minin ve onun valilerinin hakkıdır. Peygamber, tain ettiği valisine yani Muaz isimli sahabesine ictihad etme hakkını tanımıştır. Bu hadise göre ictihadın, Emir makamında olan İslam umerasına ait olması gerekir. Diğerleri ancak reyini bildirir. Oda Emir sorduğu taktirde. Rey sahibi de o ilimde uzman kişi olacaktır. Emir el Mü’minin ve Islam umerası her konuda uzman olanların reyini sorar. İsterse onlardan birini kabul eder veya kabul etmez. Kendi reyi ile ictihad eder. Sorumlu reyini bildiren değil, Emir’dir. Ya da Valisidir.